Mağduru Olmayan Suç Var Mıdır?
Modern hukukumuzda da benimsendiği üzere mağdursuz suç olmaz ve suçun mağduru ancak gerçek kişiler olabilmektedir. Tüzel kişiler, devlet, uluslararası organizasyonlar gibi kurumlar ancak suçtan zarar gören olabilirler. Mağduru belli olmayan suç kavramı doktrinde de tartışma konusu olup bu konu hakkında farklı fikirler ortaya konmuştur. Mağdurun kim olduğu yönünde esasen iki görüş vardır.
Bunlardan ilkinde; tüzel kişilerin suçun mağduru olabileceği, son tahlilde bütün suçların mağdurunun esas olarak devlet olduğu, dolayısıyla bir tüzel kişilik olan devletin de suçun mağduru olabileceğini ileri sürülmektedir. Devletin her suçun mağduru olarak kabul etmemekle birlikte, gerçek anlamda mağdurun “sadece devlet” olduğu bazı suçların bulunduğunu ifade edenler de bulunur (Murat Volkan Dülger, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Hukuk Akademisi, 1. Baskı, İstanbul, 2021, s. 379-380)
Suçun mağduruna ilişkin ikinci görüşte ise bir tüzel kişi olarak devletin suçun mağduru olamayacağı, bu anlamda hak süjesinin ancak bireyler olabileceği, toplumsal düzenin düzgün işleyişinde tüm toplumun çıkarı olduğu, dolayısıyla bütün olarak toplumun ve onu oluşturan bireylerin her birinin suçun mağduru olduğu ifade edilmektedir. (Dülger, s. 380)
Bizce de kabul edilmesi gereken, günümüz hukukuna da bakıldığında, mağdurun ve suçtan zarar görenin farklı kavramlar olduğunun kabulü ve tüzel kişiler gibi “toplumu oluşturan birey” olmayan kurumların mağdur olarak addedilmemesidir.
Meşru Savunma / Nefsi Müdafaa Hakkı Nedir?
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu madde 25/1’e göre meşru savunma hakkı “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.” demektir.
Tabiri caiz ise meşru savunma, kanunun, kolluk ve yargı faaliyetleri ile toplumu oluşturan bireyleri her an koruyamayacağı, bu sebeple belli şartların varlığı halinde kişinin kendini korumasına izin verdiğini söyleyen ve günümüzde hemen her hukuk düzeni tarafından kabul gören bir hukuka uygunluk nedenidir.
Maddeye baktığımızda meşru savunma hakkının saldırı ve savunma yönünden bazı şartları bulunduğunu görmekteyiz.
Saldırı yönünden; bir saldırı bulunmalıdır, saldırı haksız olmalıdır, saldırı bir hakka yönelmelidir, halen mevcut, gerçekleşmesi ya da tekrarı muhakkak bir saldırı olmalıdır.
Savunma yönünden; savunmada zorunluluk bulunmalıdır, savunma saldırıya veya saldırgana karşı yapılmalıdır, savunma ile saldırı arasında bir orantı bulunmalıdır.
Bu kavramlar suç genel teorisi çerçevesinde uzunca tartışılabilecek kavramlar olup detayına bu yazımızda girilmeyecektir.
Mağduru Belli Olmayan Suçlar Nelerdir?
Örnek vermemiz gerekirse, çocuk düşürme (TCK m. 100), genel tehlike yaratan suçlar (TCK m. 170), çevreye karşı suçlar (TCK m. 185 vd.), kamunun sağlığına karşı suçlar (TCK m. 185), adliyeye karşı suçlar (TCK m. 267 vd.), devletin güvenliğine karşı suçlar (TCK m. 302 vd.) sayılabilir.
Daha önce de belirttiğimiz üzere, bizim de katıldığımız görüşe göre mağdurlar ancak gerçek kişiler olabilmektedir. Bu sebeple, sayılan suçların toplum nezdinde farklı hukuki değerleri koruduğunu, söz konusu sayılan suçların mağdurunun suçun işlendiği toplum olduğu söylemini doğru kabul ederek açıklamalarımıza devam edeceğiz.
Mağduru Belli Olmayan Suçlarda Meşru Savunma
Yapacağımız tartışmayı spesifik suç tipleri üzerinden yapmanın daha kolay ve anlaşılır olacağını düşündüğümüzden bu kısımda belli başlı örneklemeler yaparak ilerleyeceğiz.
Kamunun sağlığına karşı suçlar başlığında düzenlenen TCK m. 191 yani kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak suçunu ele alalım. Örneğimizde kendisine esrar alan ve dağın tepesine çıkan birisini düşünelim. Bu kişi dağın tepesinde hiç kimseyle temasa geçmeksizin yalnız başına uyuşturucu maddeyi kullanıyor olsun. Kanunumuza göre burada suçun mağduru, kamu sağlığı gerekçesi ile, bütün toplum olarak kabul edilecektir. Sonuçta kişi kendi hür iradesi ile bu maddeyi kullanmakta ve kendi isteği ile kendisine zarar vermektedir. Kişi kendisinde karşı, iradeyi sakatlayan nedenlerin varlığı hariç, suç işleyemeyecektir. Çünkü kişinin suçun hem faili hem mağduru olması kural olarak mümkün değildir.
Bu eylemi şans eseri gören bir vatandaş olduğunu farz edelim. Vatandaş gidip zorla bu uyuşturucu maddeyi ele geçirirse ne olacaktır? Tartışma konumuz tam olarak burada kendini göstermektedir. Uyuşturucu maddeyi alan vatandaş meşru savunma hakkı çerçevesinde kamu sağlığı adına bu hakkını kullandığını söyleyebilir mi yoksa yaptığı eylem hukuka aykırı olacak ve başka bir suç tipine mi sebebiyet verecektir?
Uyuşturucu maddeyi kendi iradesi ile kullanan ve kendine zarar veren bireyin mağdur olmasının söz konusu olmadığını söylemiştik. Örneğimizde ise özellikle kimseye yakın olmamak üzere toplumdan uzaklaşan faili şans eseri gören kişi, uyuşturucu maddeyi zorla almaktadır. Bu halde meşru savunmanın şartları gerçekleşmiş midir?
Meşru savunuma hakkı için en başta bir saldırının varlığı gereklidir. Hukuken uyuşturucu kullanan kişinin, şans eseri orada olan bir diğer kimseye karşı, zarar vermek kastıyla, fiziki veya manevi hiçbir hareketi bulunmamaktadır. Dağın tepesinde kendi kendine uyuşturucu madde kullanan birisinin eylemi oradaki bireye herhangi bir saldırı içermemektedir. Bireye karşı bile saldırı içermeyen bir eylemi, topluma karşı saldırı kabul ederek nasıl meşru savunma hakkı kullanılabilir? Kişi daha başında meşru savunma hakkının gerekliliklerini sağlayamamıştır.
Kişinin uyuşturucu kullanma eylemini gerçekleştirirken bir saldırısı olmadığını fakat içtikten sonra toplumsal düzeni veya toplumsal sağlığı etkileyebileceğini iddia etmek ise daha gerçekleşmemiş bir fiil nedeniyle kişilerin suçlanmasına sebebiyet verir. Ayrıca failin uyuşturucu kullandıktan sonra yapabileceği fiiller için uyuşturucu madde kullanmanın “icrai hareketin başlangıcı” olarak adlandırılması modern hukuk sistemlerinde kabul göremeyecek olan failin iç dünyasına fazlasıyla önem addetmek olacaktır.
Bunun yanı sıra korunan hukuki değerin “kamu sağlığı” olduğu açıklamasının, yeterli bir açıklama olduğu kanaatinde değiliz. Çünkü “kamu sağlığı” kavramının açıklaması kişiden kişiye değişiklik gösterebilecek olup kanunlarımızda da açıkça tanımlanmış değildir. Bunun sonucu olarak suçta ve cezada belirlilik ilkesine de aykırılık oluşturmaktadır.
Örnek verdiğimiz olayda meşru savunma hakkının kullanımı söz konusu olmayacak ve yapılan eylem hukuka aykırı olacaktır. Bu sebeple zorla elde edilen madde -Yağma suçunun hukuka aykırı eşyaya rağmen işlenmesi tartışmasını bir kenara bırakırsak.- yağma suçuna sebebiyet verecektir.
Yukarıda da değinildiği üzere, bir kişinin mağdur olabilmesi için gerçek kişi olması gerekmektedir. Gerçek kişilerin ise bu sıfata sahip olabilmeleri için hayatta olması, yaşıyor olması gerekmektedir. Hayatta olması içinse tam ve sağ doğumla kişilik kazanmış olmalılardır. (Samet Sarıkaya, Türk Ceza Hukuku ve Türk Medeni Hukukunun Tarihsel Gelişimi Işığında Çocuk Düşürme Suçunun Mağduru Sorunsalı, Periodicum Iuris C. 2, S. 1, s. 83).
Bu açıklamalarımız doğrultusunda şimdi daha da karmaşık olan ve mağdurun tam olarak belli olmadığı bir diğer suç tipi olan TCK m. 100’de yer alan çocuk düşürme suçunu inceleyeceğiz. Çocuk düşürme suçu kanunumuzda kişilere karşı suçlar başlığı altında düzenlenmektedir. Bu sebeple suçun mağdurunun bir kişi olması gerektiği açıktır. Hukukumuzda da hak ehliyetinin ne zaman kazanıldığına dair farklı görüşler olmasına karşın bizim de katıldığımız görüşe göre hak ehliyeti sağ ve tam doğumla kazanılabilecektir. Yani cenin, anne karnında her ne kadar büyüyüp gelişse dahi sağ ve tam doğum olmadığı sürece hak ehliyeti kazanamayacak ve ceza hukuku anlamında korunan bir “kişi” olmayacaktır.
Bu açıklamalarımızdan sonra şimdi m. 100’ün bizlere ne söylediğine bakalım: “Gebelik süresi on haftadan fazla olan kadının çocuğunu isteyerek düşürmesi halinde, bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.”
Şu durumda suçun failinin anne olduğu açıktır. Bu sebeple hukukun günümüzde geldiği koşullar düşünüldüğünde bir kişi hem fail hem de mağdur olamayacağından dolayı anne bu suçun mağduru değildir. Bizim de katıldığımız görüş gereği cenin sağ ve tam doğmadığı sürece kişilik kazanamayacağından dolayı suçun mağduru da olamayacaktır. Bir diğer görüşe göre çocuk düşürme suçunun mağduru toplumdur. Burada geniş anlamda bir mağdurluk kavramı gündeme gelecektir. Buna göre toplumu oluşturan ve yaşam hakkına sahip olan herkes bu suçun mağduru olacaktır (Sarıkaya, s. 87). Bu görüşe karşılık söz konusu suç tipi kişilere karşı suçlar bölümünde düzenlenmiş olduğundan bu açıklamaların kabulü bir hayli zordur.
Fakat mağdurun toplum olduğu görüşünü kabul edersek ve meşru savunma hakkını bu doğrultuda kullanmak istersek ne olacaktır? Rızasında herhangi bir sakatlık olmayan kadının, hamile olduğu cenini düşürmeye çalıştığını ve kadının bu eylemi yaptığını gören bir başka kişi olduğunu farz edelim. Bu durumda kişinin kadına engel olmak için onunla fiziksel münakaşaya girdiğini düşünelim. Bu durumda engel olmak isteyen kişi, henüz kendisine kişilik dahi addetmediğimiz cenine karşı bir saldırı olduğunu söyleyemeyecektir. Şu durumda ancak kendisine bir saldırı yöneltildiğinden iddia ile meşru savunma hakkını kullanabilir. Fakat cenini düşürmek isteyen kadının, engel olmak isteyen kişiye karşı dış dünyaya yansıyan maddi hiçbir müdahalesi yok iken nasıl olur da bu kadının engel olmak isteyen şahsa ve dahası tüm topluma karşı bir saldırısı olduğunu söyleyebiliriz. Kaldı ki suçun kişilere karşı suçlar bölümü altında düzenlenmesi daha en başından engel olmak isteyene karşı “toplum” adı altında bir saldırı olmadığını gösterir haldedir. Şu halde meşru savunma hakkını kullanmak için şartların oluştuğunu söylemek bizce mevcut hukukun sınırlarını aşan ve temellendirmesi eksik bir söylem olacaktır.
Sonuç
Yukarıda yapmış olduğumuz örneklendirme ve incelemelerimizin sonunda, işlendiği söylenen suçların, dış dünyada “saldırı” olarak adlandırılabilecek bir fiile sebep olmadığı ve bu sebeple meşru savunma hakkını kullanmak için gerekli şartların oluşmadığı kanaatindeyiz. “Toplum” gibi çok geniş bir kavramın ise meşru savunmayı kullanabilmek için belirlilik ilkesine aykırı olduğunu düşünüyoruz. Kendisini oluşturan her ferdin birbirinden farklı olduğunu düşündüğümüzde “Kime göre meşru savunma?” sorusunun cevaplanması bir hayli güç hatta imkansız olacaktır. Bunun sonucunda da ceza hukukunun en temel ilkelerinden biri olan belirlilik ilkesi çiğnenmiş olacaktır.